Bir buçuk yıl aradan sonra turistik olarak gittiğim ilk yabancı ülke Sırbistan oldu. Öncesinde başkenti Belgrad hakkında pek bir şey bilmiyordum. O nedenle de havalimanından taksiye bindiğim andan itibaren çevremi dikkatli gözlerle izlemeye başladım.
Havalimanından şehre inen yol iki tarafı sık yeşilliklerle çevrili. Arada bir de yeşilliklerin arasından yükselen kocaman betonarme binalar var. Şehir merkezine yaklaştıkça sayıları artan bu binaların devasa boyutları ve sıvasız çürümeye yüz tutmuş beton yüzleri dikkatimi çekti. Bu kadar yeşilliğin içinde bile o keskin hatlara sahip blok betonarmeler şehrin rengini griye boyamaya yetiyordu.
Sonra otele gidip internette Belgrad ile ilgili birkaç yazı okumaya başladıktan sonra bu devasa beton binaların İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkmış bir mimari akımın parçası olduğunu öğrendim. Akımın adı Brütalizm (sıva veya boyayla kaplanmayarak çıplak bırakılan beton anlamına gelen “Brüt Beton“ teriminden geliyormuş). 1950’lerde ortaya çıkmış ve 70’lerin sonuna doğru da aldığı eleştiriler nedeniyle ölmüş bir akım. Brütalist mimarinin en dikkat çeken özellikleri kaba bitmemiş yüzeyleri, büyük ve hantal görünümleri, keskin geometrik hatları ve küçük camları. Bu akım her ne kadar altın çağını Doğu Bloku ülkelerinde, özellikle de Yugoslavya’ya bir zamanlar başkentlik yapmış Belgrad’da yaşamış olsa da, ilk olarak İngiltere’de ortaya çıkmış. Londra’da gözüme çarpan ve "bu ne çirkin bina!” dediğim Barbican kulelerinin de bu akımın bir örneği olduğunu öğrendiğimde benim için taşlar yerine oturdu (Barbican, Brütalizm akımının İngiltere’de sayılı kalan örneklerindenmiş, çünkü çoğu Brütalist yapı son yirmi sene içinde yıkılmış).
Wikipedia’da Brütalizm akımının başka örneklerine bakarken ODTÜ’nün Rektörlük binasını gördüm. Ve o anda aklıma birden Boğaziçi Üniversitesi geldi!
Bilen bilir, Boğaziçi Üniversitesi’nin boğaza nazır dillere destan güzellikte bir kampüsü var. Yalnız her fotoğrafa konu olan o kampüs okulun yalnızca yarısını oluşturan Güney Kampüs. Fotoğraflarda genelde pek görülmeyen, biraz üvey evlat muamelesi gören diğer yarısı ise Kuzey Kampüs. Okulda okuduğum dört yıl boyunca anlam veremediğim bir şey Kuzey Kampüs'teki binaların estetik yoksunu görünümüydü. Çokça içimden geçirmişimdir “Niye bu binaları böyle sevimsiz yapmışlar ki? Neden Güney Kampüs'teki binalar gibi yapmamışlar?”. Ve bu sorunun cevabını bugün öğrenmiş oldum. Kuzey Kampüs’ün hemen girişinde yer alan ve kampüsün genel anlamda havasını oluşturan Abdullah Kuran Kütüphanesi de Brütalist mimarinin Türkiye’deki örneklerinden bir tanesiymiş! ~n

