top of page

Kızılcık Şerbeti, Hayat Gibi İşte!

Haftalardır sadece beni değil, Türkiye’de birçok haneyi Cuma akşamları ekrana kilitleyen, gerçek bir hikayeden uyarlanan “Kızılcık Şerbeti” dizisi neden bu kadar seviliyor acaba diye düşünüp duruyorum. Bilmiyorum siz de izleyenlerden misiniz, ama hala başlamadıysanız çok şey kaçırıyorsunuz!


1) En başta, bence dizi Türkiye’de yaşayan her bireyin kendinden bir şeyler bulabileceği detaylar içeriyor. Bugün, ister toplumun muhafazakar kesiminden olun, ister modern değerlere sahip olduğunuzu düşünün, Türkiye’de yaşamanın getirdiği o çok kutuplu, ya da çok katmanlı toplum gerçeğini bir noktada hissediyorsunuz. Her ne kadar kendi küçük sosyal ağlarımızı yaratsak da, toplumda “sözde bize benzemeyen” insanlara karşı geliştirdiğimiz bazı önyargıları yok saymamız imkansız. Dolayısıyla dizi tam da bu noktada izleyiciyi içine çekiveriyor. Çünkü ilişkiler girift, durumlar çetrefilli ve dizideki karakterler de tıpkı her birimiz gibi ne siyah ne beyaz. Dolayısıyla diziyi izlerken sürekli devinim halindesiniz. Bir an modern okul müdiresi Kıvılcım’a hak veriyorsunuz, öbür olayda muhafazakar Abdullah’ı savunuyorsunuz.


2) Dizi sadece birkaç ana karakterin etrafında dönmüyor. Yan karakter diyebileceğimiz roller de, diziye inanılmaz bir zenginlik katıyor. Babasının baskısı yüzünden aşçılık hayallerini erteleyen Mustafa’yı da, hırsından ne yapacağını şaşıran ve sonunda kapanmayı tercih eden Nilay’ı da, Nilay’ın dolandırıcı abisini de, içten pazarlıklı eski koca Kayhan’ı da büyük bir zevkle izliyorsunuz. Tüm oyuncular gerçekten çok başarılı, hiçbiri sırıtmıyor.


3) Aşk ya da romantik ilişkiler hayatımızın önemli bir etmeni. Kaçımız partnerini seçerken “davul bile dengi dengine” sosyal normunu %100 göz ardı edebilmiştir ki? Partnerimizin ailesini, eğitimini, görgüsünü, değerlerini, yaşam tarzını tamamen ayrı bir havuzda tutup salt o bireyi değerlendirebilmek ne kadar gerçekçi? Bence sevdiğiniz kişi, tüm bu etmenlerle beraber bir “bütün” oluşturuyor. Dizi, tüm farklı aile dinamiklerine ve yaşam tarzlarına rağmen birbirine aşık olmuş karakterleri incelikle işliyor.


4) Dizideki birçok aşk sarmalına ek olarak bence salt Nursema’nın hikayesi bile Türkiye’ye dair onlarca gerçeği bizlere hatırlatıyor. Erkek kardeşleri şirkette birer rol kapmışken evde oturan, babasına saygıda kusur etmeyen, annesinin eteğinin dibinden ayrılmadan gününü geçirmek zorunda kalan türbanlı Nursema, gün gelip de şarkıcı / organizatör Umut’a aşık olduğunda işler tam anlamıyla sarpa sarıyor. Her iki oğlunun, gönüllerince evlenmesine (hatta bir oğlunun evlilik öncesi hamileliğe sebebiyet vermesine dahi göz yumarak) izin veren baba Abdullah; söz konusu kızı olduğunda nedense görücü usulü ile kızını evlendirmeye kadar götürüyor işleri. Kızını, ne idüğü belirsiz, şiddet yanlısı olduğu sonradan anlaşılan bir adamla, aileleri benzer diye evlendiriveriyor. Düğün gecesi, sırf ilişkiye girmek istemiyor diye camdan dışarı fırlatılan Nursema’ya yardım elini uzatanlar ise, o muhafazakar ailenin burun kıvırdığı gelini Doğa ile güzel, genç, modern ve iddialı olduğu için defalarca kez “ahlaksız” olmakla yaftalanan Alev oluyor. Dizinin ilerleyen bölümlerinde neler olur bilmemekle birlikte, şu ana kadar hissettirdiği o kadın dayanışması bile takdire şayandı. Gerçi benim hayalim, bundan sonra kendi isteklerinin peşinden gidecek kadar güçlenmiş bir Nursema izleyebilmek.


Ailesinin ve ait olduğu toplumsal kesimin ahlak ve doğruluk timsali gibi bir rol çizen baba Abdullah’ın, her şeyi hiçe sayarak gelininin teyzesi, güzeller güzeli, ele avuca sığmayan Alev’e ilan-aşk etmesi sonrası bakalım hangi taşlar yerinden oynayacak? Kim haklı, kim ahlaksız diye düşünmek de elimizde, gönül ferman dinlemiyor işte demek de. Kızılcık Şerbeti, hayat gibi işte!

İyi haftalar ~ Ece



Image by Paul Weaver

Haftaya pazar e-mail kutunuzdayız!

bottom of page