Milliyetçi bir insan asla değilim, bilakis kızdığım, deliye döndüğüm onlarca tatsız örnek var. (Sözde eğitimliler olarak sorunun ve çözümün neresindeyiz, o ayrı bir yazının konusu tabii) Tüm bunlara rağmen ülkemin toprağının da, insanının da bambaşka bir tadı olduğunu düşünenlerdenim. Ayfer Bozkurt da bu bambaşka tada güzel bir örnek belki de. Kendisinin “şalvarlı Picasso” olarak tanınıp tez konusu olması aslında 2014 yılına uzanıyor, benim kendisiyle tanışmam ise bu seneki TEDx İstanbul etkinliğine denk geliyor. (Geç olsun, güç olmasın ama değil mi 😎
Onun hikayesini dinleyince, işin hamurunda tutku, hayal gücü ve enerji olunca her şeyin öyle ya da böyle mümkün kılınabileceğini düşünüyor insan. Kendisi Ankara’nın ufak bir köyünde doğmuş. Kız çocuğu sonuçta. “Okuyup da muallim mi olacaksın” denilerek ilkokuldan sonra okutulmamış. Oysa onun içine sığdıramadığı, kendisini ancak böyle ifade edebildiği bir resim merakı varmış. Köyünde gördüğü çiçekleri, başakları, kuzuları tablo gibi resmetmeye başlamış daha küçücük çocukken… Çevresindekilerin burun kıvırdığını söylemeye gerek yoktur herhalde? Fırçası bile yokmuş da, saçını kesip fırça yapıyormuş. Üstüne üstlük, gördükleriyle yetinmeyip hayalleriyle zenginleştiriyormuş resimlerini. Kim bilir, belki de ona yıldızlara bakmayı öğreten babaannesi sayesinde, sürrealist bir bakış açısı kazanmıştır.
O, bugün sergiler açan, öğrencilere resim kursu veren, açık öğretimde üniversite okuyan bir sanatçı. Başka bir ülkede olsaydık ne değişirdi acaba? Ayfer Hanım’ın değeri daha mı çok bilinirdi? Daha mı çok imkanı olurdu? Ya da, belki de gökyüzüne bakmadan geçirdiği bir çocukluğu olurdu ve bu resimlerin hiçbiri ortaya çıkmazdı… (Paralel evren senaryoları kafamı karıştırıyor hep😊
Hikayesini kendisinden dinlemenizi şiddetle tavsiye ederim. ~e