top of page

Tunceli’den Bana Kalanlar

Başka ülkeleri gezip keşfetmekten çok zevk alsam da; kendi ülkemin her bir karışını arşınlamak, bu coğrafyanın insanını, toprağını anlayabilmek için de inanılmaz bir heyecan duyuyorum. Tam da bu sebeple, birkaç hafta öncesinde Zeynep’le beraber rotamızı Tunceli’ye çevirdik. Yediklerimiz, gördüklerimiz bizim olsun; birkaç anımız da sizlerle buluşsun:


İstanbul’dan Tunceli’ye gidebilmek için en mantıklı seçim Elazığ’a uçup sonrasında feribotla Tunceli’ye geçmek oluyor. Seyahatimiz öncesi feribot detayını okuyup paylaştığım tüm arkadaşlarım bana aklımı kaçırmışım gibi davranmış olsa da, evet Tunceli-Elazığ arasında sefer yapan 2 farklı feribot hattı bulunuyor. (Pertek ve Çemizgezek feribotları olarak geçiyor) Keban Baraj Gölü üzerinde ilerleyen bu feribotlar hem çok pratik, hem de yolculara mükemmel bir görsel şölen sunuyor. (Aslında eskiden bir köprü varmış ama Keban Baraj Gölü suları altında kaldığı için şu an feribot çözümü geliştirilmiş.)



Tunceli’ye girişte, Tunceli ilçeleri arasında jandarma kontrolünden geçiyorsunuz. Bu sorgulama, sadece kimlik kontrolünden ibaret olsa da, ilk defasında biraz yadırgamıştık. Sonrasında en az 5 kez kontrolden geçince bunu çok doğal karşılasak da, “mayınlı saha” tabelalarının hala orada olması yüzümüze çarpmadı desem yalan olur.


Tunceli’de alkol içme oranı çok yüksek. Halkın çok aydın görüşlü olmasının da bunda su götürmez bir etkisi var. Neredeyse her restoranda kavurma keyfi de yapabilirsiniz. Biz inatla yerel lezzetleri sorup durduk, ve herkes “Bizim bir mutfağımız yoktur ki” diyerek cevap verdi. Fakat yılmadık! Biraz daha yokluk yemeği olarak atfedilen zerfet (göz ekmek, sarımsaklı yoğurt) ve gulik kavurması (yüksek rakımlarda yetişen gulik otunun yumurta ve tereyağıyla kavrulması) benim çok keyifle yediğim yemeklerden oldu. Eminim ki, daha birçok lezzet vardır ama ne yazık ki, yöre halkının kendi yemeğine çok az sahip çıkmasından dolayı o yemek coşkusunu hissedemedik.


Tunceli’de Avrupa Müzeleri Komitesi tarafından ödüllü bir Tunceli Müzesi de bulunuyor, ve ne yazık ki bu müze için de kimse “mutlaka gidin, görün” demiyor. Halbuki müze şahaser! İstanbul’un göbeğinde bulamayacağınız türden İngilizce açıklamalar barındıran, Dersim bölgesinin tarihini, sosyal, dinsel perspektiflerini aktaran kapsamlı bir alan. Yolunuz düşerse, şiddetle tavsiye ederim!


Tunceli’de Avrupa Müzeleri Komitesi tarafından ödüllü bir Tunceli Müzesi de bulunuyor, ve ne yazık ki bu müze için de kimse “mutlaka gidin, görün” demiyor. Halbuki müze şahaser! İstanbul’un göbeğinde bulamayacağınız türden İngilizce açıklamalar barındıran, Dersim bölgesinin tarihini, sosyal, dinsel perspektiflerini aktaran kapsamlı bir alan. Yolunuz düşerse, şiddetle tavsiye ederim!


Seyahatimiz sırasında Zülfü Livaneli’nin “Binbir Çiçekli Kültür Bahçesinin Önemi” başlıklı söyleşisine denk geldik. Şiir gibi geçen bir 60 dakikaydı, benim için en sevdiğim yazarlardan biriyle Tunceli’de buluşmuş olmak da mükemmel bir tesadüftü. (Teşekkürler evren!)

Gerçekten binbir çiçekli o bahçede gezdik biz o 2 gün boyunca. Kürt, Alevi, Zaza, Türk, Müslüman... Arşınladığımız yollar boyunca öyle çok konuştuk ki Zeynep’le. Sorduk, sorguladık, kah anladık, kah anlamadık. Keşke ama keşke o sohbetleri yapmak zorunda kalmasaydık.

Özetle iyi ki gittik! Hoş geldiğimiz gibi hoş da gittik. ~e

Image by Paul Weaver

Haftaya pazar e-mail kutunuzdayız!

bottom of page