top of page

Aksiyona Geçmenin Tek Yolu

Ünlü bir aktivist ve şefkatli farkındalık (mindfulness) öğretmeni olan Joanna Macy, yakın bir zamanda izlediğim bir konuşmasında, insanların neden farkındalıklarını arttırmadığı, aktivizm ya da bağış yapmadığı konusunda şöyle bir tez öne sürdü: Çünkü acıya katlanamıyoruz. Bu tezi duyduğum ilk an bedenimde bir rahatlama hissettim; uzun zamandır kendime açıklamaya çalıştığım bir şeyin sonunda açıklanmasıydı bu benim için.


Çözmeye çalıştığımız sorun ya da azaltmaya çalıştığımız ızdırap her ne olursa olsun, aksiyona geçebilmenin ilk adımı, acıya katlanabilmek. Diyelim ki bir sağlık sorunu nedeniyle daha az şeker tüketme gayretiniz var. Çok şeker tükettiğinizde bedeniniz dengesizleşiyor. Bedeninize iyi bakmak, ona iyi gelen şeyler yapmak istiyorsunuz canıgönülden. Fakat şekerin de çok kuvvetli bir çekim kuvveti var. Mesela Türk kahvesinin yanında gelen o minik kurabiye. Ya da tereyağlı ekmeğe sürebileceğiniz o canım kayısı reçeli. Daha az şeker tüketmenin ilk adımı, şekerli şeylere elinizin otomatik olarak gittiği, ağzınızın sulandığı, kurabiyeyi veya reçeli yemek için güçlü bir çekim hissettiğiniz o anlardaki ızdırap ve acınıza katlanabilmek. Eğer o acıya kalbinizi açabilir, o acıya katlanabilir, o acı anında kendinize iyi gelecek birkaç şefkatli söz söyleyebilirseniz, harekete geçmeden, o şeker tüketme isteği içerisinde, şeker yemeden oturabilirsiniz. Fakat o acıya hiç toleransınız yoksa, gördüğünüz her kurabiye veya reçel karşısında direnciniz ve seçim yapma özgürlüğünüz de az olacaktır. Sonrasını biliyoruz zaten, hem şeker yiyip hem suçlu hissettiğiniz, hem doğru seçimin ne olduğunu bilip hem de söylenmeye devam ettiğiniz o hayat. (Burada kendi şeker yememe gayretimden yola çıkarak konuştuğumu sanırım siz de anladınız. 😄)


Şimdi başka bir örneğe bakalım.


Ece, Nazlı ve ben son bir haftadır şunu merak ediyoruz: Acaba toplumun ne kadarlık bir kesimi sosyal amaçlara yardımcı olmak adına zamanını, enerjisini veya parasını bağışlıyor? Bağışlayanlar neden bağışlıyor? Bağışlamayanlar neden bağışlamıyor?


Konu, Nazlı’nın geçen haftaki yazısında anlattığı üzere, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı ile gündemimize oturdu fakat aslında uzun zamandır da cevabını merak ettiğimiz bir soru bu.


İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin tartışıldığı son haftalarda ben açıkcası yine bir bıkkınlık hissettim. Yine kendi küçük çemberlerimiz içerisinde konuşup kendi yankılarımız dışında bir şey duymadığımızı gözlemledim. Hem gözlerimizi başka yere çevirip hem de bunu yapmaktan suçlu hissettiğimiz, hem doğru aksiyonun yardım etmek olduğunu bilip hem de sadece söylenmeye devam ettiğimiz bir düzen.


Aklıma yine Joanna Macy’nin sözleri geldi. Anladım ki, biz, kadınların çektiği acıya katlanmakta zorlanıyoruz. Şahsen ben dikkatimi başka yere vermeyi seçtiğimde, zihnimde o “Artık yeter, daha fazla katlanamıyorum” düşüncesini çok net duyuyorum. Birçok kişinin de bu ya da benzer düşüncelerle günlük hayatlarına devam ettilerini tahmin ediyorum.

Haksız da değiliz. Türkiye topraklarında, katlanmamız icap eden çok fazla acı var. Hangi birine katlanalım Allah aşkına?


Öte yandan da, bu yankı çemberinden çıkmanın, aksiyona geçmenin tek yolu, yine ve her zamanki gibi acıya katlanmak. O acıya kalbimizi az da olsa açabilmenin, onunla durabilmenin yollarını bulmak.


Belki sizin yapabildiğiniz tek şey budur: o acıyla oturmak. Acıyı kalbinizde hissetmek ve onunla kalmak. “Yeter artık, daha fazla katlanamıyorum” düşüncesinin yanında “Yok, bir beş dakika daha katlanabilirim” düşüncesini koymak. Bunu yapabilmeniz de radikal bir aksiyon. Çünkü o acıyla oturabildiğimiz ve birbirimizi dinleyebildiğimiz çemberlere çok ihtiyacımız var. Hatta belki de ilk ve asıl olarak buna ihtiyacımız var.


Ya da belki sizin için sadece acıyla oturmak değil, aksiyona geçmek de mümkün. Zamanınızın, enerjinizin veya paranızın bir kısmını kadınların hak, özgürlük ve güvenliğine adamış bir kuruma vermek. Hor görülen bir kadının kendi sesini ve gücünü bulmasına yardım etmek. Bir genç kızın okulu bitirmesine vesile olmak.


Kilit şu: Nasıl ki bir sabah uyanıp maraton koşmuyoruz, bir sabah uyanıp dünyadaki tüm kadınların çektiği işkenceyi kalbimizde hissetmek ve onunla kalabilmek de mümkün değil. Amaç da bu değil zaten. Bedenimizdeki kaslar gibi, sinir sistemimizin de kasları var. Ve kaslar kullandıkça gelişiyor. Travma üzerine yapılan bilimsel çalışmalar tolerans aralığımızın biz acıya katlandıkça genişlediğini, yani bugün belki sadece beş dakika boyunca katlanabildiğimiz acıya, bir ay sonra belki on dakika katlanabileceğimizi gösteriyor. Aldığımız radikal aksiyon her ne olursa olsun (acıyla oturabilmek ya da bir kişi veya kuruma yardım etmek), aksiyonun ilk adımı, o acıya toleransımızı arttırmak.

Önümüzde bir maraton var. Ne Türkiye’de ne de dünyanın geri kalanında, kadınlar bugünden yarına hak, özgürlük ve güvenliklerini kazanmayacaklar. Bu çok uzun yıllardır süren bir çaba. Uzun yıllar daha devam edecek. O halde bizlere düşen, dayanıklılığımızı her geçen gün arttırmak. Ve o dayanıklılık anları içerisinde araştırmak: Bugün alabileceğimiz radikal aksiyon ne?


Ben geçen Pazar günü, Mor Çatı’ya bağış yapmaya, ve tanıdıklarımla bu amaca nasıl bağış yaptıklarını konuşmaya başladım. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Koza Kadın Derneği, Koza Rol Model Platformu, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, ve Darüşşafakalılar Derneği‘ne zaman, enerji ve para bağışı yapan arkadaşlarımdan çok güzel şeyler duydum. Özellikle bu derneklere bakmanızı öneririm. ~z




Son Yazılar

Hepsini Gör

Tüketim Ekosisteminin İçinden 2 Umut

Bir yanda · Beklenen mega indirimler · Çılgın cumalar · Sonu gelmeyen ‘son fırsatlar’ Diğer yanda yaşadığımız ekonomik krizin sancılarıyla; · Stoklanan deterjanlar, tuvalet kağıtla

Image by Paul Weaver

Haftaya pazar e-mail kutunuzdayız!

bottom of page