top of page

Acıya Doğru Dönerken İtfaiyeciler Gibi Olmak

Uyumanın, yemek yemenin, nefes almanın zor olduğu günler yaşıyoruz. Ölümün iyisi kötüsü yok, her yaşamın sona ereceğini (sık sık unutsak da) biliyoruz, ama bazı hayatların daha ucuz olduğu, bazı ölümlerin uzun ve dolu dolu yaşanmış hayatların sonunda gelen ölümlere kıyasla çok daha acı verdiği de bir gerçek. Bu gerçeği hepimiz etimizde, kemiklerimizde hissediyoruz.


Türkiyeli olmanın da zor olduğu günler bunlar. Yurt dışında yaşayan bir Türk olarak "Arkadaşların ailen iyi mi?" mesajlarına gereksiz yükseldiğimi fark ediyorum. Cevap veremiyorum ya da "teşekkürler" diyip geçiyorum. Arkadaşım değilmiş, ailem değilmiş, kaç yazar? Geceleri rüyamda enkazdan çıkmaya çalışıyor insanlar. Sanki hepsi arkadaşım, sanki hepsi ailem gibi. Nasıl anlatayım ki ben sana hislerimi? Tanıdığım biri ölmedi diye böğrüm yanmıyor değil ki? Böğrümün yanması depremle başlamadı ki? Kaç yıldır çektiğimiz acı bu. Deprem değil, cahillik öldürüyor bizi. (Nazlı bu hafta Levent Kırca’nın bu skecini paylaştı. Yıllar geçiyor, biz değişmiyoruz.)


Belli ki suçlu da hissediyorum. Neden benim hayatım değil pisi pisine giden? Ve korku. Biz de günlerden bir gün pisi pisine mi öleceğiz? Herhangi bir sohbetin ortasında, haftanın herhangi bir gününde, saatlerden herhangi bir saat, ve pisi pisine. Hepsi birinin cebine giren 3 kuruş para için? Bitmeyecek mi açgözlülüğünüz, hırsınız? Yetmedi mi bunca para?


Derken… deriiiiiiiiin bir nefes alıyorum. Öfke, isyan, suçlama, suçluluk diye devam edersem, daha çoook uzun bir süre devam edeceğim kesin.


Bugün sizinle paylaşmak istediğim şefkatli farkındalık (mindfulness) pratiği tam da bu: titrasyon ve sarkaç.


Titrasyon kelimesi sizi kimya dersine götürdüyse, tebrikler, doğru yere gittiniz. Titrasyon çözeltilerde hacim analizi yapmak için kullanılan bir yöntem. Hatırlarsanız bir sıvının içine başka bir sıvıdan çok az miktarda, bir kaç damla karıştırırdık. Şefkatli farkındalık çalışmalarında da öğretmenlerin çok sık kullandığı bir kelime titrasyon. Meditasyonda pratiğimiz dikkatimizi acıya doğru çevirmek olsa da, eğer acı çok şiddetliyse, bu acının içinde yanıp kavrulacağımızdan, meditasyon öğretmeni tarafından verilen yönlendirme acının bir kısmını, sadece birkaç damlasını hissedip, sonra dikkati yine nötr ya da olumlu bir deneyime getirmemiz olur. Bu nötr ya da olumlu deneyim derin nefes almak olabilir. Etraftaki sesleri dinlemek. Ayaklarımızın yere değişini ya da koltuğun yumuşaklığını hissetmek. Çok sevdiğimiz birinin bize gülümseyerek baktığını hayal etmek, ya da kendimizi en mutlu hissettiğimiz yerdeki renkleri, dokuları, kokuları hatırlamak. Biraz bu nötr ya da olumlu yerde vakit geçirdikten sonra, sarkaç gibi, dikkati yine acıya doğru getirmemiz, ama acının sadece birkaç damlasını hissetmemiz istenir. Merakla ve sakin bir şekilde bakarız acıya: Nasıl bir acı bu? Hangi duygular mevcut? Bedende nerede hissediyoruz bu duyguları? Ve sonra sarkacın sürekli bir o yana bir bu yana sallanması gibi, dikkat yine nötr ya da olumlu bir yere getirilir.


Bu bir pratik. Demek istediğim, eğer daha önce dikkat çalışması pek yapmadıysanız dikkati istediğiniz an istediğiniz yere getirmek zor gelebilir. Fakat çalışmanın özündeki mesajın çok önemli ve herkes tarafından uygulanabilir olduğunu düşünüyorum: acının içinde yanıp kavrulmamak.


“Kavruluyorum ama….” dediğinizi duyar gibiyim. Anlıyorum, ve yukarıda tarif ettiğim gibi benim de kavrulduğum anlar oluyor. Burada bize yardımcı olabilecek soru belki şu olabilir: acının içinde kavrulmanın hizmeti ne? Size bir hizmeti var mı? Depremzedelere bir hizmeti var mı? Acı içinde kavrulurken kendinize ya da başkalarına bir faydanız var mı? Eğer yoksa, o kavrulduğunuz yerde kalmak bilgece bir davranış mı?


“O zaman bakmayalım mı acıya yani? Sırtımızı mı dönelim olan bitene?” sorusunu da duyuyorum. Hayır, tabii ki sırtımızı dönmeyelim. Belki daha önce hiç olmadığı kadar empati, şefkat, ve dayanışma gerektiren günler bunlar. Daha önce hiç açmadığımız kadar açmalıyız kalbimizi, gözümüzü. Hangi yöntemi biliyorsak kullanmalı, hangi kaynaklara sahipsek paylaşmalıyız. Fakat acıya kalbimizi açıp acının içinde bilgece hareket edebilmek ile acının içinde kavrulup oradan oraya savrulmak arasında büyük bir fark var. Birinde yangını söndürmeye çalışan itfaiyeciler gibiyiz. Diğerinde yangının içine atlayıp, zaten yanmakta olanlarla yanan biri.


Çok sevdiğim Kristin Neff sık sık anlatır: itfaiyeciler yangına gittiğinde, yanan bir evin bütün pencere ve kapılarını açmazlar. Eğer açarlarsa, içeriye daha fazla oksijen dolacağı için yangın büyüyecektir. Yangını kontrol altında tutmak için duvar ya da kapılara delikler açıp, su borularını bu deliklerden sokarlar.



Yangını, bu son 20 yıldır, belki de çok daha öncesinden beri yanan yangını söndürmek için itfaiyeciler gibi olmaya ihtiyacımız var. Acıya doğru dönerken, tüm pencere ve kapıları açmamak, nötr ve olumlu deneyimlerde sık sık mola vermek, nötr ve olumlu deneyimlerin sayısını arttırmak başlıca görevlerimizden biri. Bunları yaparken kendimizi suçlu hissediyor olabiliriz. Fakat yapmadığımızda kime veya neye hizmet ettiğimizi de sormak zorundayız diye düşünüyorum.


Kendinize iyi gelen şeyleri unutmadığınız, kendinize iyi baktığınız, içinizde bulduğunuz kaynak ve gücü herkesle paylaştığınız günler diliyorum. Haftaya görüşmek üzere.

~Zeynep

Son Yazılar

Hepsini Gör

Tüketim Ekosisteminin İçinden 2 Umut

Bir yanda · Beklenen mega indirimler · Çılgın cumalar · Sonu gelmeyen ‘son fırsatlar’ Diğer yanda yaşadığımız ekonomik krizin sancılarıyla; · Stoklanan deterjanlar, tuvalet kağıtla

Tavsiye Vermeden Dinlemek

Amerikalı yerli bir haklın şöyle bir sözü var: “Eğer bana yardım etmeye geliyorsan, vaktini harcıyorsun, ama kurtuluşun benimkine bağlı olduğu için geliyorsan, birlikte çalışalım.” ("If you are coming

Image by Paul Weaver

Haftaya pazar e-mail kutunuzdayız!

bottom of page